Bu üründen 127 adet satılmıştır.
Dergi: Yedikıta | Fiyat: 10,00 TL | |
Emanet kavramının manası, genel kullanıma göre çok daha geniştir aslında.
Bu mana, kimi zaman sadece kişinin kendiyle alâkalıdır kimi zamansa bütün topluma tesir eder. Vücudumuz, sağlığımız, çocuklarımız, ilmimiz, tecrübemiz, makam-mevkimiz vb. hepsi esasında üzerimizdeki emanetlerdir.
Bunların tasarrufu şahsı ilgilendiriyor gibi görünse de sonuçları itibariyle toplum, olumlu veya olumsuz manada etkilenir bundan. Her fert bu bilinçte olursa, toplumun tamamı için faydaları aşikârdır.
Devletler içinse “ahali/toplum”, emanettir. Bunun da en güzel misallerinden birini Osmanlı’da görürüz. Vesikalara yansıyan ifadeleriyle tebea, “ibadullah”tır; yani ayrım gözetmeksizin hepsi de Allah’ın kullarıdır. Ve yine hepsi “vedîatullah”tır; yani Allah’ın emanetidir. Bugün keşmekeş içinde bırakılmış topraklarda vaktiyle Osmanlı’nın sağladığı “sosyal barış”ın temellerinden biriydi şu bakış açısı. Zira temel düstur, önce “emanetleri ehline veresiniz”; sonra “insanlar arasında hükmettiğiniz vakit adaletle hükmedesiniz”dir.
Emanetlerin en mukaddesi ve en müstesnası olan Emânât-ı Mübareke ise 1512’den 1909’a kadar Osmanlı mülkünde, ehil ve emin ellerde muhafaza edilmişti. Âdeta gözlerden sakınılan teberrükât eşyası, müteakip yıllarda bir dizi yolculuk yapmak zorunda kaldı. Devlet hazinesi ve arşivin en önemli evrakı da ona eşlik etti. Bu nakillerin sebebi, öncelikle düşman eline geçme tehlikesiydi. Ama gün geldi Hazine-i Nebeviye, satılmak üzere yola çıkarıldı.
Bu ayki dosyamızda, Osmanlı’nın büyük hassasiyetle muhafaza ettiği en güzide emanetlerin Anadolu yolculuklarının tafsilatı yer alıyor. Asırlardır şeref verdikleri mekândan dört defa kaldırılıp yollara düşürülen, en nihayetinde binbir badire atlatıp yine ait oldukları mahalle dönen hazinelerin biraz da “redd-i miras” kokan hazin hikâyesi bu.
İstifadeli okumalar diler, Ramazan-ı Şerif Bayramı’nızı tebrik ederiz..