Bu üründen 106 adet satılmıştır.
Dergi: Yedikıta | Fiyat: 10,00 TL | |
Fatih Sultan Mehmed’den Abdülmecid Han’a kadar, asırlar içinde teşekkül etmiş bir yapılar manzumesidir Topkapı Sarayı. Yapılan onlarca eklemeye rağmen sahip olduğu çizgiden kopmamış; her yeni, eskiye dayanarak gelişmiş, neticesi de ahenkli bir bütünlük olmuştur.
Osmanlı sultanları, Abdülmecid Han’dan sonra bu mütevazı sarayda ikamet etmeseler de son sultan Vahdeddin Han dâhil, Bâbüssaâde’nin önüne kurulan taht ile hükümdarlığa başladılar.
Cenazeleri de bu kapının yanındaki çınarın altından kaldırıldı.
Cihan tahtındaki hükümdarlar için Topkapı Sarayı, bir saltanat gölgeliği, iki kapılı bir handı aslında. Bu ruh, mekâna da mekîne de hâkimdi.
Bugün ülkemizin en çok ziyaret edilen müzelerinden Topkapı Sarayı, saltanat kapısı olan Bâb-ı Hümâyûn’dan at ahırlarına, Adalet Kulesi’nden aşçıların mescidine kadar ince bir düşüncenin mahsulü, zaman ve zemin ocağında pişmiş estetik bir anlayışın tezahürüdür.
Saltanat Kapısı’nın halka bakan yüzünde, sarayın ve sultanın, insanlar nezdindeki yerini vurgulayan kitabeler vardır. İç yüzünde ise sefere çıkan hükümdara ve askerlerine zafer müjdeleyen ibareler yer alır. Karaağaların başı, sultanla doğrudan görüşebilen Dârüssaâde Ağası, ten rengine göre hareket edilmediğinin en müşahhas numunesidir.
Padişah, bir karar verecekken, başını kaldırdığında şu sözü görür: “Hikmetin başı, Allah korkusudur.” Ve daha nice zariflikler, işaretler ve derin manalar…
Ecdadımızı anlayabilmek için onların inançlarını, itikatlarını, din ve dünya görüşlerini iyi anlamak gerekir. Topkapı Sarayı, bir yere kadar olsa da bu imkânı sunuyor. Yeter ki konuştuğu dili anlayabilelim. Bu sayımızda, Topkapı Sarayı’na bir başka açıdan bakmaya, bize anlattığı adap ve usule, verdiği mesajlara odaklanmaya çalıştık.
İstifadeli okumalar dileriz...